Aptal Olma Özgürlüğü

Paternalizm, yani devletin vatandaşa babalık etme iştahı salgınla beraber iyice arttı. Peki bazen sağlığa zararlı şeyler yapmayan, bilhassa açıkta satılan kolesterol zıplatıcıları ağzına koymayan, hülasa aptal olma özgürlüğü bulunmayan kimseye insan denir mi?

New York’lu ünlü huysuz insan Fran Lebowitz, “Bir Yazarın Portresi” adlı söyleşi dizisinde eski belediye başkanı Michael Bloomberg’e verip veriştiriyor. Sebebi, Times Meydanı’na insanlar uzanıp dinlensin diye yerleştirilen beton şezlonglar… 40 milyon dolar harcanan bu zımbırtılar için Bloomberg bir de ‘Artık bunlar kalıcı olacak’ demiş ve Lebowitz’in tepesi iyice atmış: “Seni hödük. New York’ta kalıcı ne olabilir?” Belediyeler, hükümetler böyle şeylere neden bunca para harcar ki? Örneğin New York’ta ne olmuş olabilir? “İnsanlar meydanları doldurup, ‘Yeter artık, bıçak kemiğe dayandı. Times Meydanı’na üzerine uzanabileceğimiz bir şeyler koymazsanız gidiyoruz’ mu dediler?” diye soruyor Lebowitz.

Aynı Michael Bloomberg bir keresinde de “Her gün en az bir şeker katkılı meşrubat tüketen yetişkin sayısını yüzde 20 azaltmayı hedefliyoruz” açıklaması yapmıştı. The Slate Grubu’nun genel yayın yönetmeni Amerikalı gazeteci Jacob Weisberg de bunu bir saldırı planına benzetmişti. İşte bu benzetme gerçekten ilginç! Weisberg haklıysa salgının ardından saldırılar iyice şiddetlenecek demektir. Devletler son yıllarda kamu sağlığı adına insanların üzerine titriyordu zaten. Asıl sebep elbette sevgiden öte bir şey, sosyal güvenlik sistemlerinin açık vermesi ve ekonomilerin bozulması… Karantinalarla, sokağa çıkma kısıtlamalarıyla geçen bir buçuk yılda sağlık gerekçesi hükümetlerin en etkili silahı haline geldi. Devletler yasakları sevdi. Zaten yıllardır ne kapalı mekânların ne sokakların tadı tuzu kalmıştı. Şimdi de paternalizmin en nemrut yüzünün kalıcı hale gelmesi tehlikesi var. Üstelik Fran Lebowitz gibi en ünlü huysuzlar bile artık teslimiyete meyilliler.

SAĞLIKLI YAŞAM FETİŞİ

“Aptal olma özgürlüğü”ne ilk ihanet sağlıklı yaşam fetişistlerinden gelmişti. Nihayetinde pek çok restoran mönülerine kalori hesapları ekleyip yemeğin tadını kaçırdı. Sokak lezzetleri de sürekli artan bir baskıyla karşı karşıya; bir pilavcıyla, simitçiyle konuşacaksanız yakında önce adamı ambalajından çıkarmanız gerekebilir. Kapalı bir mekânda uzun bir akşamın tüm keyfi zaten çoktan duman oldu. Kabul, kamu yönetimi tarafından insan davranışlarını yönlendirmek için konmuş vergiler, cezalar sağlıkta gerçekten işe yarıyor. “Ama düşünsenize” diyor Fran Lebowitz, “Picasso tarih yazan arkadaşlarının yanından ‘Ben sigaraya çıkıyorum’ diyerek kalkıyor… Ve her defasında içeride bir şeyler kaçırıyor.” Herhalde tarih orada biterdi, en azından Picasso için! Bilhassa yeni nesil şirketlerde adeta çalışanların böbürlenme konusu haline dönüşen evden çalışmaya ne demeli? Bir zamanlar ofislerinden nadiren çıkıp aramızda en zeki insanlar gibi dolanan bu garipler, binlerce yıldır rastlantıların evliliğinden doğan pek çok önemli keşiften habersiz gibi. Tamam Picasso değiliz ama, iş yerlerinde plansız, boş, hatta aptalca ayaküstü sohbetlerin yarattığı fırsatlardan mahrum kalmak hem çalışana hem işverene çok şey kaybettirecek.

“Ama düşünsenize” diyor Fran Lebowitz, “Picasso tarih yazan arkadaşlarının yanından ‘Ben sigaraya çıkıyorum’ diyerek kalkıyor… Ve her defasında içeride bir şeyler kaçırıyor.” Herhalde tarih orada biterdi, en azından Picasso için!

Benzer durumlar sokaklar, mekânlar, hatta müzik ve sanat için de geçerli. Sağlık gerekçelerini kullanarak siyasi netice alma gayretinin en güzel örneklerinden biri, hükümetin Covid-19 tedbirleri kapsamında ama “kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok” açıklamasıyla müziği gece yarısı kesme kararı. Müzik sesi, mekân şartları, çevrede yaşayanların yaşam kalitesi mevzutlarda var. Peki ayrıca bir müdahaleye gerek var mı? Varsa neden salgın kapsamında yapılıyor bu müdahale? Çünkü salgın yasakları seven devletler için yol oldu.   

SEÇENEKLERİ SINIRLAMAK KÜÇÜK DÜŞÜRÜCÜ

Verimlilik, sağlık, yaşam kalitesi sanıldığından çok daha karmaşık şeyler. Devletlerin bu konularda işe yaramaz, pahalı hatta zararlı yığınla kararı var. Ama hükümetler vatandaşlarına babalık taslayıp insanların seçeneklerini sözde onların faydası için sınırlamada yarışıyorlar. Paternalizmin yükselişi belli şehirlerle, ülkelerle sınırlı da değil. Muhtemelen daha da yayılacak ve kararlar giderek daha az seçici bir hal alacak. İnsanların bir müşkülünü çözemedikçe de devletleri gözden düşürmeye başlayacak.

Eski ABD Başkanı Barack Obama, New York sigara ve yemek mekânları nizamnamelerinin ardındaki isim olan Thomas Frieden’ı Salgın Önleme Merkezi’ne başkan atamıştı. Tam isabetmiş! Aynı Obama, Men’s Health dergisine sağlık reformu için alkolsüz içeceklere konacak vergilerle kaynak bulunacağını söylemişti. Emniyet kemeri mecburiyeti gibi tedbirler tüm dünyada milyonlarca insanın hayatını kurtarmış olabilir. “Ama bunu meşrulaştırmak da bir dert” diyor Weisberg. Standart liberal teori, devletin böyle bir role soyunmasını tiksindirici bulur. Abartılı bulunabilir ama John Stuart Mill “Özgürlük Üzerine” adlı eserinde bireysel davranışları kısıtlayan kanunlara karşı klasikleşmiş görüşünü ortaya serer.

Bir vakitler buradaki çelişkiyi fark edenler vardı. Şimdilerde o da yok. Dünyanın elitleri ya ortalıkta dolanmıyor ya da artık elit değiller. Mesela Obama’nın mevzuat konularındaki baş danışmanı hukuk profesörü Cass Sunstein bu muammayı çözmek için bir çıkış yolu aradı. Sunstein’in “Nudge: Improving Decisions About Health, Wealth, and Happiness” (Dürtmek: Sağlık, Servet ve Mutluluk Hakkındaki Kararları İyileştirmek) başlıklı kitabı, davranışsal ekonomide paternalizm üzerine kurulu: İnsanlar, kanıtların ortaya koyduğu gibi her zaman rasyonel iktisadi aktörler değilse onları daha iyi seçimlere yöneltmek mantıklıdır. Bu durumda Sunstein’in “yumuşak” paternalizmi başlangıç kurulumunu değiştirerek işe yarar hale getirilen politikaları savunur. Ama bu yumuşak paternalizm bile, toplumun zaten Mill’in ilkelerinin ihlalini kabul ettiği koşullarda dahi meşru olmayabilir. Weisberg’e göre bu gibi durumlarda meşruiyet zemini, bazı seçenek ve seçimlerin kabul edilemez oluşundadır. Oysa bunlar giderek siyasileşiyor. Mesela ABD’de Cumhuriyetçi paternalistler ahlak ve kamu düzenini desteklemeye meyillidir. Demokratlar ise sıklıkla sağlık ve güvenliğin arkasında durur. Her iki taraf da belirlerdikleri hedeflere ulaşamayan vatandaşlara hafifçe eziyet etmekten hoşlanır. Ama bunun bir sınırı olmalı.  İnsanları kendilerine zarar veren davranışları azaltmaları için ikaz etmek, rahatsız etmek, vergilendirmek ve cezalandırmak savunulabilir. Ama insanların daha iyi bilecekleri seçenekleri ortadan kaldırmak küçük düşürücüdür. Ayrıca daha zorlayıcı bir devletin yükünü üstlenen insanları yaralaması muhtemeldir. Aptal olma özgürlüğü sadece sokak pilavcısını, kokoreççiyi, bağcıyı, aşkı, Picasso’yu değil; yaratıcılığı, gelişmeyi, insan olmayı da ayakta tutuyor olabilir.

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

ARAMA